Varoluşçuluk (Egzistansiyalizm) Felsefesi ve Temsilcileri
Çağımızı etkileyen önemli bir akım da varoluşçuluk yani egzistansiyalizmdir. Bu akımın kökleri 17. yüzyıla kadar uzanır. Pascal, Nietzche (Niçe), Kierkegaard gibi filozofların temsil ettiği bu düşünce sisteminde, felsefenin temel konusu kişi, bireysel yaşam, öznel değerler, duyarlılıklardır. Varoluşçuluğu “bireyin somut varlığını ve yaşantısını çözümleyen” bir felsefe olarak da tanımlayabiliriz. Varoluşçuluğun ilk temsilcilerinden Nietzche’nin felsefesi, görüşleri üzerinde kısaca duralım.
Nietzche ve Felsefe
Alman düşünürlerinden Schopenhauer’in etkisinde kalan Nietzche 1844-1900 yılları arasında yaşadı. Yüksek öğrenimini Leipzig Üniversitesinde tamamladı. Ünlü müzik ustası Wagner’le dost oldu. Basel Üniversitesinde felsefe profesörlüğü yaptı. Birkaç kez İtalya’ya gitti. 1889’da önemli bir delilik krizi geçirdi. Daha çok yazınsal yapıtlarla felsefe görüşlerini yansıtan düşünürün, yaşamının son dönemlerinde geliştirdiği üstün insan kuramı özellikle Alman Nazizminin önemli bir ideolojik kaynağını oluşturdu.
Nietzche’ye göre “Tüm varlıklar, daha güçlü ve kudretli olmaya yönelik bir istencin (irade) etkisindedirler”. İnsanın temel eylemi, kendini korumak ve var oluşunu sürdürmek değil, kuşetli olmaktır. Mutluluk da hazda değil, kudrette aranmalıdır. Yalın hazlar peşinde koşarsak, gerçek mutluluktan yoksun kalırız. İdeal insan zaman zaman ortaya çıkmış ve sonra tarih sahnesinden çekilmiştir. Düşünür bu ideal insana “üstüninsan” adını verir.
Hıristiyanlığın sevgi ve acımaya dayanan insan değerlerini sert biçimde eleştirir. Hıristiyanlığın ahlak anlayışını sahte bulur. Acıma ve sevgi, üstün insanı yolundan çeviren, onu önemli şeyler yapmaktan alıkoyan yanıltıcı değerlerdir. İnsana yaraşan korkusuzluk, acımasızlık ve güçlülüktür. Tüm tinsel (manevi) değerlerin yeniden gözden geçirilmesi ve kuralların yeniden kurulması gerektiğini savunur. İnsanoğlunun yaptığı işleri eleştirecek bir üst varlık yoktur. Tanrı ölmüştür ve insanoğlu kendisiyle yapayalnız kalmıştır. Nietzche, daha çok yazınsal metinlerle anlattığı görüşlerini hiçbir zaman sistemli bir felsefe haline getirmemiştir. Düşüncelerinde panteizme (tümtanrıcılık) yaklaştığı dönemler olmuştur. En önemli yapıtı “Zerdüşt Böyle Dedi” adlı kitabıdır.
Sartre ve Felsefe
Çağımızın en önemli düşünürlerinden olan Jean Paul Sartre 1905-1980 yılları arasında yaşamıştır. Kendisinden önce gelen tanrıtanımaz varoluşçu filozofların etkisinde kalarak kendi felsefesini geliştirdi. Sartre’ın felsefesinin temelinde insanın varoluşu ile öteki nesnelerin varoluşu arasındaki farkın incelenmesi yatar. İnsanoğlunun, kendisinden önce gelen ve onu belirleyen bir özü yoktur. Oysa öteki nesneler için durum böyle değildir. Örneğin, bir araç yapacak olsak, önce bu aracı bilincimizde tasarlarız. Bu tasarım onunla ilgili bir özdür. Ama insan için böyle bir durum söz konusu değildir. İnsanda varoluş özden önce gelir. İnsan kendisi için vardır. Oysa sözgelimi bir taş parçası belirlenmiştir. Taşın varlığı, içine kapalı, kısıtlı ve kendinden başka bir şey olmayan bir şeydir. Sartre buna “kendinde varlık” adını verir. Oysa insan varoluşunun bilincindedir. İnsan “kendisi için varlıktır”, bilinç ve özgürlüktür.
Sartre, İkinci Dünya Savaşı sonunda, felsefe alanında olduğu kadar yazınsal yapıtlarıyla da ününü tüm dünyaya duyurmuş bir düşünürdür. Sartre felsefesi, zaman zaman Marxist felsefeye de yakınlık göstermişse de, Sartre, Marx’ı, bireyi yeteri kadar ön plana çıkartmadığı, insana bağlı bulunduğu sınıfın mekanik bir birimi gözüyle baktığı düşüncesiyle eleştirmiştir. Bununla birlikte, kendi felsefesinin ahlak öğretisi ve toplumsal sorumluluk ilkesinden yola çıkarak çoğu kez, ilerici eylemlerde ön safta olmuştur.